Sivil toplum kurumları ve insan hakları savunucularına yönelik bir süredir devam edegelen baskılar, her geçen gün endişe verici ölçüde artıyor. Barışçıl gösteri yapma hakkı; idarece alınan kararlar doğrultusunda güvenlik güçlerinin orantısız ve hukuka aykırı müdahaleleri ile engelleniyor. Sivil toplum çalışanları ve yöneticileri, dernek faaliyetleri kapsamında hazırladıkları rapor ve basın açıklamaları nedeniyle yargının baskısına uğruyor, ifade özgürlükleri kısıtlanıyor. Sivil toplum örgütleri, her gün haklarında açılan yeni davalarda kendilerini savunmaya uğraşıyor. 

2020’nin son günlerinde TBMM’den apar topar çıkartılan bir yasa ile Sivil toplum örgütleri, daha da büyük bir tehdit altına sokuldu. 31 Aralık 2020 tarihinde, Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7262 sayılı ‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin’ Kanun, 694 sivil toplum örgütünün Anayasa’ya ve örgütlenme özgürlüğüne aykırılık vurgusuyla ortaya koyduğu tepkiye rağmen yasalaştı. 

Sivil toplum kurumlarına; uluslararası hukuk ve Anayasa kapsamında güvence altına alınan hak savunuculuğu faaliyetleri ve örgütlenme özgürlüklerine aykırı biçimde kayyım atamayı, keyfi kapatma cezalarını ve sivil toplum faaliyetleri nedeniyle yargılananları “sivil ölüm”e maruz bırakmayı mümkün kılan kanun; sivil toplumdan ve hukuk kurumlarından gelen son derece önemli itiraz ve eleştiriler dikkate alınmaksızın, TBMM Genel Kurulu’ndan hızlı bir şekilde geçirildi. Yasanın bazı maddelerinin nasıl uygulanacağına dair yönetmelik 26.02.2021’de Resmi Gazete’de yayımlandı. Fakat, sivil toplumu ilgilendiren maddelere ilişkin yönetmelik henüz yayımlanmadı. Uygulamanın ne tür değişiklikler öngördüğü, sivil toplum faaliyetlerine nasıl yansıyacağı gibi birçok konu belirsizliğini koruyor. 

Kara para aklama ve terörün finansmanının önlenmesine ilişkin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararları ve Mali Eylem Görev Gücü’nün (FATF) belirlediği ilkeler dayanak gösterilerek hazırlanan Kanun; alınacak önlemlerin odaklanmış ve orantılı olması, STK’ların meşru faaliyetlerini kısıtlamaktan ya da engellemekten kaçınması yönündeki FATF tavsiyeleriyle uyumlu olmadığı yönünde eleştiriler alıyor. TÜSEV’in konu üzerine yaptığı çalışma‘da; Kanun’un FATF’ın öngördüğü gerekliliklerin ötesine geçtiği ve sivil alana yönelik geniş yaptırımlar ve kısıtlamalar getirdiği ifade ediliyor. Uluslararası kamuoyunda da gündeme gelen kanun hakkında, BM Özel Raportörleri bir çalışma gerçekleştirdi. Raportörlerin, yasanın insan haklarına ve demokratik uygulamalara aykırı olduğuna vurgu yapılan, Türkiye’ye gönderdikleri detaylı mektup hükümetten cevap bekliyor.

Türkiye’nin kurucu üyesi olduğu Avrupa Konseyi’nin İnsan Hakları Komiseri Dunja Mijatović de kanuna ilişkin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e bir mektup gönderdi. Mektup’ta; STÖ’leri kapatmayı, faaliyetlerini durdurmayı ve bu kurumlara kayyım atayabilmeyi mümkün kılan kanunun örgütlenme özgürlüğüne aykırı nitelikler taşıdığı ifade edildi. Ayrıca Mijatović; kanunun STÖ’leri ve meşru faaliyetlerini kısıtlayabileceği; şeffaflıktan uzak, keyfi uygulamalara yol açabileceği ve muhalif sesleri bastırmak için kullanılabileceği değerlendirmesinde de bulunarak ilgili Avrupa Konseyi ve evrensel uluslararası antlaşmalarla uyumlu hale getirilmesi gerekliliğine dikkat çekti. İnsan Hakları Komiseri, bu nedenlerle kanunun Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu’nun Haziran 2021’de yayınlayacağı değerlendirmeye dek askıya alınması çağrısında bulundu. 

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Mijatović’in bu mektubuna verdiği yanıtta: yasanın örgütlenme özgürlüğünü ihlal ettiğine yönelik iddiaların, eksik ve taraflı bilgilendirmelere dayalı yanlış anlaşılmalardan kaynaklandığını öne sürerken, terörle mücadele kapsamında alınan önlemlerin “meşru sınırlamalar” içerisinde kaldığı ve Avrupa’da da benzer örnekleri bulunduğuna vurgu yaptı.

FATF ilkelerinin yetersiz ve yanlış biçimde uygulandığı örnekler ise sadece Türkiye ile sınırlı değil. Sırbistan, Bulgaristan gibi birçok ülkede, FATF ilkeleri kapsamında hayata geçirilen uygulamalar sivil toplumu daraltan sonuçlara yol açtı. Yapılan eleştirileri nihayet dikkate alan FATF, ilkelerin; niyetlenilenin dışında, sivil toplumu baskı altına alacak biçimde uygulanmasının önlenmesine yönelik bir çalışma grubu başlatacağını açıkladı. 

Bütün bunlar olurken, faaliyetleri ertelenen, sekteye uğratılan sivil toplum kuruluşları; pandeminin zorlayıcı koşullarının üstüne bir de denetime tâbi tutulmaya başlandı. Ocak ayından itibaren pek çok sivil toplum kuruluşuna, İçişleri Bakanlığı tarafından denetlenecekleri bilgisi verilerek, denetim süreçleri hızla başlatıldı. 

Denetimler başladığında sivil toplum kurumlarının idari işleyişinin esası olan Genel Kurul yapma ve Yönetim Kurulu seçim süreçlerine; pandemi tedbirleri gerekçesiyle ilk olarak 16.03.2020’de getirilen ve zaman içerisinde alınan kararlarla uzatılan erteleme halen yürürlükteydi. Yaklaşık 1 yılın ardından 1 Mart 2021’de sonlandırılan ve geniş katılımlı idari etkinlikleri yasaklayan bu uygulama sivil toplumu birçok açıdan olumsuz etkilerken, bazı kurumların faaliyetlerini hem sahada hem de idari olarak durma noktasına getirdi. Siyasi parti kongreleri ve toplantıları gibi benzer nitelikteki faaliyetlere getirilmeyen kısıtlamaların alternatif yöntemler (çevrimiçi genel kurullar vb.) tartışılmadan uygulamaya konması, pandeminin sivil toplumu kısıtlamak için bahane edildiği yönünde bir izlenime yol açtı.

Ocak ayında başlayan bu denetim sürecine hangi derneklerin tâbi tutulduğu ve denetlenecekler listesinin hangi kriterlere göre oluşturulduğu ise halen açıklanmadı. Denetlenenlerin hak temelli çalışma yapan kurumlar mı, proje finansmanını uluslararası kuruluşlardan karşılayan kurumlar mı, yoksa Avrupa Birliği fonlarından yararlanan kurumlar mı olduğu da belirsizliğini koruyor. Sürecin geneline hâkim bu bilinmezlik ve denetimlerin niyeti konusundaki haklı soru işaretleri, İçişleri Bakanlığı’nın süreci şeffaf yürütmemesinden kaynaklanıyor. 

Pandemi koşullarında, toplumun tüm bileşenleri gibi sivil toplum örgütleri de faaliyetlerini yürütmekte zorluk yaşarken, ardı ardına gelen bu denetimler yukarıda dile getirilen problemler nedeniyle oldukça zamansızdır. Toplum için hayati işlevleri bulunan sivil toplum kurumlarının; olağan, hukuka uygun ve iyi niyet ile yürütülen denetlemelere elbette bir itirazı bulunmamaktadır. Kurumların denetimi ve hesap verilebilirlik ilkesinin işletilmesi güvene dayalı bir toplumun gereğidir fakat bu mekanizmalar bir baskı, cezalandırma ve yıldırma aracına dönüşmemeli, keyfi uygulamalara karşı etkili önlemler alınmalıdır. 

Biz, İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı bileşenleri olarak: 

  • Demokratik toplumların gereği olan sivil toplum faaliyetlerinin engellenmesine yol açan uygulamalara bir an önce son verilmesini;
  • Sivil toplum örgütlerini potansiyel tehlike olarak imleyen, onlara kayyım atama yetkisi veren 7262 sayılı Yasa’nın, amacına uygun bir şekilde değiştirilmesi ve sivil toplumun yasanın hedefi olmaktan çıkartılmasını;
  • Sivil toplum örgütlerinin, kendilerini etkileyecek yasal düzenlemelere ilişkin bütün karar ve hazırlık süreçlerine dahil edilmelerini, görüşler ve önerilerinin dikkate alınmasını talep ediyoruz.